İklim Krizi Derinleşirken: Tatlı Su Kaynakları Tehlikede

Dünya yüzeyinin yaklaşık %70’i sudan oluşuyor. Ancak bu suyun %97,5’i tuzlu, yalnızca %2,5’i tatlı sudur. Bu sınırlı tatlı suyun da yüzde birin çok altında bir oranı doğrudan erişilebilir durumdadır.Geri kalan kısmı buzullarda ve derin yeraltı rezervlerinde saklıdır.

Abone Ol

Dünya yüzeyinin yaklaşık %70’i sudan oluşuyor. Ancak bu suyun %97,5’i tuzlu, yalnızca %2,5’i tatlı sudur. Bu sınırlı tatlı suyun da yüzde birin çok altında bir oranı doğrudan erişilebilir durumdadır. Geri kalan kısmı buzullarda ve derin yeraltı rezervlerinde saklıdır. Küresel iklim değişikliği ise bu zaten sınırlı olan kaynaklara daha da büyük bir tehdit oluşturuyor. Deniz seviyesinin her yıl ortalama 0,6 santimetre yükseldiği 2025 verileri, bu tehdidin hızla somutlaştığını gösteriyor. Bu yükselme, özellikle kıyı bölgelerinde tuzlu suyun yeraltı tatlı su rezervlerine doğru ilerlemesine neden olmakta. Tuzlu suyun daha yoğun yapısı nedeniyle, kara içerisinden denize doğru akan tatlı yeraltı suyu tersine çevrilmekte; bu da içme suyu kaynaklarının tuzlanmasına, tarım arazilerinin verimsizleşmesine ve kıyı ekosistemlerinin bozulmasına yol açmaktadır. Tuzlu ve tatlı su, geçiş bölgelerinde difüzyonla karışmakta; bu da su kalitesini geri döndürülemez şekilde düşürmektedir.

İklim krizinin bir diğer görünmeyen ama derin etkisi ise yeraltı suyu sistemlerindedir. Yeraltı suyu, kurak dönemlerde yaşamsal bir kaynak olmasına rağmen, kentleşme, sanayileşme ve yoğun tarım faaliyetleri nedeniyle tükenme eşiğine yaklaşmıştır. Artan kimyasal gübre kullanımı, sadece toprağı değil, yeraltı suyu kalitesini de tehdit etmektedir. Gıda güvenliği açısından bakıldığında, her yıl bitki hastalıkları ve su stresi nedeniyle dünya genelinde tarımsal üretimin %10 ila %20’si kaybedilmektedir. Su arzındaki düzensizlik ve düşen kalite, gıda fiyatlarını artırmakta ve özellikle kırılgan toplum kesimlerinde yoksulluk riskini artırmaktadır.

Türkiye özelinde durum da endişe vericidir. Ülkemiz, kişi başına yıllık 1.300–1.500 metreküp kullanılabilir tatlı suyla su stresi yaşayan ülkeler arasında yer almaktadır. Yağış rejimindeki değişkenlik, sıcaklık artışları ve ani hava olayları, yeraltı su rezervlerinin hem miktarını hem de kalitesini olumsuz etkilemektedir. Kıyı bölgelerinde artan yapılaşma baskısı ve kontrolsüz çekimler, tuzlu su girişimini tetikleyen başlıca faktörlerdir. Tüm bu gerçekler, şehir planlama disiplini açısından suya dair yeni bir düşünce biçimini zorunlu kılmaktadır. Artık planlarımızda sadece mekânsal büyümeyi değil, aynı zamanda iklim direncini, su güvenliğini ve ekolojik dengeyi merkez almak zorundayız. Geçirgen yüzeyler, su döngüsüne entegre altyapılar, yağmur suyu hasadı ve gri su geri dönüşümü gibi çözümler, kentleri hem daha yaşanabilir hem de sürdürülebilir kılacaktır. Özellikle kıyı kentlerinde yapılaşma baskısını dengeleyen, ekolojik eşiklere duyarlı kararlar üretmek hayati önemdedir.

Su, yalnızca bir doğal kaynak değil; toplumsal refahın, halk sağlığının ve gıda güvencesinin temel taşıdır. Bu nedenle her damla suyu korumak; bilimsel bilgiye, akılcı planlamaya ve kolektif bilince dayanan bir dönüşümü gerektiriyor. İklim değişikliğinin etkileri her geçen yıl daha görünür hâle gelirken, kentleri bu gerçekliğe göre dönüştürmek artık bir tercih değil, bir zorunluluktur.